Ana Dili Eğitimi ve Ana Dilde Eğitim Tartışmaları Üzerine

Türkiye’de en çok tartışılan kavramların başında ana dili eğitimi ve ana dilde eğitim gelmektedir. Ana dilde eğitim, çok dilli toplumsal yapıya sahip ülkelerde dahi son derece tartışmalı ve çoğu zaman başarısız sonuçlar doğuran bir uygulamadır. Çünkü okuldaki dil ile toplumun ortak iletişim dili farklı olduğunda bireyin toplumsal hayata katılımı, eğitimde fırsat eşitliği olumsuz etkilenmektedir. Türkiye gibi tek resmî dile sahip ulus devletlerde eğitimin ortak bir dil üzerinden yürütülmesi, toplumsal uyumun sürdürülebilirliği açısından elzemdir.

Türkiye’de son yıllarda Türkçe dışında farklı dillerin öğretimi ve kullanımına yönelik çeşitli adımlar atılmıştır. Bunlar arasında TRT 6’nın açılması, Bazı üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin kurulması, ilkokul ve ortaokullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmaya başlanması dikkat çekicidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken asıl konu, Türkiye gibi kurucu unsur Türkler dışında farklı etnik kökenlerin bulunduğu ve dışarıdan farklı milletlere mensup insanların göçmen ya da vatandaş olarak kabul edildiği bir coğrafyada; Türkçe dışında bir dilde eğitimin verilmeye başlanması ne kadar sağlıklıdır? Bu tartışılmalıdır. Ülkemizin  nüfus yapısındaki çeşitlilik son yıllarda daha da artmış; başta Araplar olmak üzere Afgan ve Afrika kökenli toplulukların ülkemize göçüyle yeni bir sosyolojik tablo ortaya çıkmaya başlamıştır. Eğer bugün Kürtçe için devlet eliyle ana dilde eğitim talebi gündeme getiriliyorsa yarın Arapça, Farsça, Somalice gibi birçok dil için de aynı taleplerin oluşması kaçınılmazdır. Böyle bir durum, ortak aidiyet ve milli birlik bakımından ciddi riskler doğurabilir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dili, bayrağı ve bütünlüğü anayasada açık şekilde güvence altına alınmıştır. Anayasa, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” hükmüyle, ortak kimliğin ve millet olma bilincinin temel unsurunun ortak resmî dil olan Türkçe olduğunu vurgulamaktadır.

“Ana dili” kavramı, çocuğun ailesinden ve doğal çevresinden edindiği ilk dili ifade eder. Dolayısıyla ana dil, devlet eliyle değil; ailenin doğal kültürel aktarımıyla nesilden nesile taşınan bir olgudur. Burada şu nokta özellikle vurgulanmalıdır: Bir birey farklı etnik kökene sahip olabilir ve kendi ana dilini bilmesi elbette doğal ve değerlidir. Ancak birey ana dilini bilmiyorsa bunun sorumluluğu devlete değil, o dili yaşatmakla yükümlü olan aileye aittir. Devletin görevi her bireyi ortak resmî dilde buluşturmak, kamusal alanı herkes için erişilebilir kılmak ve millet olma bilincini diri tutmaktır. Ana dilde eğitim tartışmaları, kısa vadeli siyasi çıkarların aracı hâline getirilmemeli; akademik, toplumsal ve stratejik boyutlarıyla değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ortak ülküde buluşturan en güçlü unsur Türkçedir. Bu bağlamda ana dilin aile içinde yaşatılması desteklenmeli, ancak devlet eliyle örgün eğitimde Türkçe dışında bir uygulamaya gidilmesi, ülkenin bütünlüğü ve milli kimliği açısından uygun görülmemelidir. Bugün ana dilde eğitim isteyenlerin yarın devletin üniter yapısını bozacak isteklerde bulunmamaları için hiçbir engel yoktur. Dilin birleştirici gücünün olduğu kadar ayrıştırıcı gücünün olduğu da unutulmamalıdır.

Yazar

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top